SİYASET ASKERİN İŞİ DEĞİL” DERKEN
Söz yeni değil ama komuta kademesinin, savaş sanayi ile ilgili bir toplantıda Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu aleyhindeki konuşmasını alkışlaması, bu tartışmayı tekrar gündeme soktu. Kılıçdaroğlu ve onu tutan basın organlarından “Asker siyasetle uğraşmasın” sözleri duyuluyor. Hatta Cumhuriyet gazetesi, Atatürk’ü buna göstererek yanlış bir yayın yaptı.
Komutanlara yöneltilen tepki yerindedir ancak bunun için gösterilen “asker siyasetle uğraşmasın gerekçesi doğru ve gerçekçi değildir.
Siyaset, ülke yönetimi ile ilgili bir kavramdır ve askerler tam da siyasetin içindedir, hem de ülke yurttaşlarının hepsinden daha fazla. Ordu, hükümetin emrinde bir kurumdur ve işlevi de hükümetin savaşla ilgili emirlerini yerine getirmekle sınırlı da değildir. Ordu rejimin silahlı bekçisidir.
Bazı dönemlerde askerler, hükümetin emirlerini yerine getirmek gibi bir siyaseti yeterli görmezler. Mevcut hükümeti bir yana iterek doğrudan doğruya yönetimi ele alırlar. Türkiye tarihi yönetim modeli açısından bu ikisinin uygulanmasından ibarettir.
Alpaslan gibi devlet başkanları ordunun komutanıdır ve o dönemde asker ve sivil ayrılığı zaten yoktur. Yeniçeriler, istedikleri zaman kazan kaldırarak Topkapı’nın surları üzerinden önlerine kelle atılmadıkça isteklerinden vazgeçmezlerdi. Bazı isyanlar bastırılmış olsa bile askerler siyasetle uğraşmaktan hiçbir vakit vazgeçmemişlerdir.
Tanzimat döneminde de, Meşrutiyet’te ve Cumhuriyet dönemlerinde de bu durum değişmemiştir. Ordu siyasete ilgisiz kalsaydı 1908 Meşrutiyeti ilan edilemezdi. Enver Paşa, 23 Ocak 2013’te Babıâli’yi basarak sadrazamı katletmiş ve Padişah’a istediği hükümeti kurdurtmuştu. İttihat Terakki yönetimi askerî yönetimin en ünlü olanıdır. Enver Paşa gibi Mustafa Kemal Paşa da askerken siyasetle yakından ilgileniyor, Enver Paşa’ya muhalefet ediyor, Mütarekede, istediği bir hükümeti kurması için Vahdettin’den istekte bulunuyordu. Siyasetle ilgilenmeyi Padişah ve hükümetine bıraksaydı, Anadolu isyanının başına geçemezdi.
Büyük Millet Meclisi’nin en büyük güvencesi Kuvayı Milliye ve düzenli ordudur. Cumhuriyet’in en güçlü dayanağı ordu idi ve ordu başkomutan Mustafa Kemal’in emrindeydi. Rejim başka türlü yaşayamazdı ve 1924’te muhalif komutanlar ordudan ayrılmaya zorlanarak, ordunun Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde bulunması güvence altına alınmıştır.
Demokrat Parti döneminde ordunun siyasetle ilişkisi kesilmemiş, bu ilgi 27 Mayıs 1960 devrimi ile sonuçlanmıştır. Bu yoğun ilginin kesilmediğini, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de de iktidarı doğrudan ele almalarıyla sonuçlandığını biliyoruz. Bildiğimiz başka bir gerçek de ordu mensuplarının o tarihlerden sonra siyasetle yoğun olarak ilgilendikleridir. 28 Şubat 1997 Muhtırası, hükümet değişikliklerine sebep olmuş, devlet laiklik ilkesine göre yeniden biçimlendirmeye çalışılmıştır. Buna karşılık Fetullahçı örgüt, orduyu ele geçirmek için uzun vadeli ve sabırlı bir çalışma yürüterek 15 Temmuz 2016’da silahlı kuvvetler eliyle darbe girişiminde bulunmuştur.
Ordu için siyasetle ilgilenme konusunda son durum şudur: Ordu komutanları içinde Fetullahçı fırtınadan kurtulanlar hükümete kayıtsız şartsız tabi olma yolunu seçmişlerdir. Bu durum yalnız silahlı kuvvetlerde değil, bürokraside, yargıda, akademik hayatta da böyledir. Yani devlet, ordusuyla, bürokrasisiyle, yargısıyla, akademisiyle AKP (Erdoğan) devleti haline gelmiştir. Eleştirilecek durum budur.
SİYASETLE İLGİLENMEK ZAAF DEĞİDİR
Siyasetle ilgili olmak bir kusur değildir. Aksine bir yurttaşlık görevi ve sorumluluğunun gereğidir.
Ancak siyaset çeşit çeşittir. Halkın düşüncelerini, hedeflerini içeren siyasetler olduğu gibi, hâkim sınıfların yararına olan siyasetler de vardır. Hâkim sınıfların yararına yapılan siyasetleri kınarken siyaset kurumuna yüklenmek hatadır.
Ceberut hükümetler, diktatörlükler, halkı mümkün olduğu kadar siyasetten uzak tutmaya çalışırlar. Özellikle memurların siyaset yapamayacağını ileri sürerler. Siyaset alanını dar bir av alanı halinde tutmak isterler. Bununla birlikte askerler gibi öğretmenler ve öteki memurlar hiçbir zaman siyasetten ellerini çekmezler. Devrimin yükseldiği dönemlerde devrimci memurlar, özellikle öğretmenler, halk kitlelerinin uyanması ve örgütlenmesi için imkânlarını sonuna kadar kullanmışlardır. Kumru Kaymakamı Yaşar Cankoçak’ın bana anlattıkları bunun bir örneğidir. Cankoçak, sosyalist bir aydındır. Eşi avukat Gülten Akın’la birlikte Kumru’ya atanmıştır. Burada emekçi halkın nasıl örgütleneceğine kafa yoran Cankoçak, esnaf ve aydınlardan gözüne kestirdiklerini teker teker makamına çağırmış ve onları Türkiye İşçi Partisi’ni Kumru’da kurmaya ikna etmeye çalışmıştır. O olmasa bu küçük kasabada sosyalist parti belki daha uzun yıllar kurulamayacaktı. Cankoçak gibi daha nice kaymakam ve öğretmen vardı.
Dolayısıyla halkçılar, “memurlar siyasetle uğraşmasın!” diyemeyiz. “Memurlar (ve tabii ordu mensupları) halkın çıkarı doğrultusunda siyaset yapsınlar” dememiz gerekir. “Siyaset yapmak istiyorsan üniformanı çıkar” demek de çözüm değildir.
Ordu mensuplarının hükümet lehine gösteride bulunmalarını eleştirmek yerindedir. Onları düşüncelerinden vazgeçirmese bile bunu açıkça göstermekten alıkoyabilir. Bu da bir mücadele alanıdır.
Bir ülkede ne kadar çok kişi siyasetle ilgilenirse halkın hükümeti denetlemesi o kadar güçlüdür.
Yakın gelecekte iktidara gelmeyi planlayanlar da iktidarda kalmaya kararlı iseler, orduyu hükümetin emrinde tutmak zorundadırlar. Bunu yapamazlar ve parlamenter demokrasinin güvencesi bir komuta kademesi tayin etmeyi başaramazlarsa devlet iki başlı hâle gelecektir. Bu konuda yapılacak olanlar da şimdiden halka açıklanmalıdır.