Görüntülenen Sayı: 2806
2806 | Yayım Tarihi: 28 Haziran 2025 Cumartesi
  • Ana Sayfa
  • Haberler
  •  Spor 
  • Köşe Yazarları
  • Bunları Biliyor musunuz?
  • Vefatlar
  • Güneşlik
  • Dost Siteler
  • Künye
  • İletişim
  • Son Sayı
Ana Sayfa » Köşe Yazıları » DOMUZ LAHANASINDAN TEŞHİRE

DOMUZ LAHANASINDAN TEŞHİRE

Berrin NUROĞLU

Berrin NUROĞLU

gunesgazetesi.yahoo.com
Facebook'ta Paylaş

Soğanların  sadece  kahverengi  kabukları  ayıklanır,  beyaz  kısım  asla  atılmazdı,    patatesler çok  ince soyulmalıydı, yumurtanın  beyazı da  mutlaka yenilmeliydi, rahmetli anneannem böyle öğretmişti,  mutfakta her şey  değerlendirilir, kolay  kolay  bir  şey atılmazdı.  Elmaların  kabukları,  çekirdekleri  sirke  olur,  portakal  kabuklarından  reçel  yapılırdı.  
     ‘’Yoklukla  büyüdük’’  derdi  anneannem hep, İkinci  Dünya  savaşı  yıllarında buğday bulamayınca  süpürge  tohumundan  nasıl   ekmek  yaptıklarını  anlatırdı.. Doğada,  bolca  bulunan  domuz  lahanasını  kavurup  yerlermiş  çoğu  zaman ,  yedikten  sonra  da  saatlerce  mideleri  yanarmış.  Tadı   pek  güzel  olmayan  bu  otu  başka  bir  şey  bulamadıkları  için  mecburen  yerlermiş.  Bazen  de  tomara  otu  bulup  tavasını  yaparlarmış,  bu   ot  çok  lezzetliymiş,   saatlerce  dağ  bayır  dolaşıp   tomara  otu ararlarmış.
    Çay  içildikten  sonra  demi  hemen  atılmaz,  tekrar  kurutulur  yeniden  çay  demlenirmiş.  Gece ocaklık  ateşinin  ışığında  çorap  örerlermiş  görebildikleri  kadarıyla ,  gaz  yoktu  ki  ışığımız  olsun derdi anneannem.  Yaylada çarıkları  eskimesin  diye  çoğunlukla  çıplak  ayakla  gezerlermiş,  Sümerbank’tan  sadece  bir  kaç  metre  alınabilen kumaşlar altın  kadar  kıymetli  imiş  o  yıllarda..  Yırtılan  her  şey  yamanır,  çok  kötü  durumda  olanlardan  bebek  bezi  yapılırmış.
    Bu  yoksulluklardan  dolayı  hiç  şikayet  duymadım anneannemden,  çok  şükür  biz savaş  görmedik,   annelerimiz  savaş  gördü,  muhacir  gitti,  çoğu  perişan  oldu,  yollarda  öldü,  mezarları  bile  olmadı, derdi hep… Bize  her zaman tutumlu  olmasıyla ,  şükretmesiyle örnek  oldu. Sadece  anneannem  değil,  benim  tanığım  o yaşlardaki  herkes  böyleydi.  Hiçbir  şeyi  atmayıp  değerlendiren,  yardımsever,  mutlu  kadınlardı.
Peki ,  anneannemlerin  kuşağından  bu  güne  ne  değişti  de,   günümüzde   insanların  bazıları yoksulluğu da bahane ederek,  özellikle  de sosyal  medya  üzerinden, kendilerini  teşhir  eder duruma  geldiler?   Bu gerçekten yoksulluk muydu?  Yoksa  unuttuğumuz  bazı  değerlerin  yoksunluğu  muydu? Son  günlerde  sosyal  medya  üzerinden  izlediğimiz  tatil  bölgelerimizdeki  içimizi  sızlatan  görüntüler,  cenazelerimizin   bile   ardından  yapılan  ürpertici  yorumlar,  şaşırtan  video  görüntüleri…  Ne  oldu  da  eski  adabımızdan,  töremizden  bu  kadar  uzaklaştık?   
‘    ’Ne  ekersen  onu  biçersin’’  demiş   atalarımız…
Dallas’la  başlamış  her  şey yıllar  önce, 1978  yılında yayına başlayan  bu  diziyi,  57 ülkede   üç yüz   milyon  insanın  izliyor  olması  dünya  çapında  büyük   bir  şöhrete  ulaştırmış.  1980    yılında  TRT’de  de  yayına  giren  bu  dizi  ülkemizde de  çok  popüler  olmuş,  hatta  ‘’Dallas  gibi  olmak’’  deyimini  bile  dilimize  yerleştirmiş.           Materyalist  zihniyetin  hakim  olduğu,  zenginlerin  kahraman  olarak  görülmeye  başlandığı, masumiyetin küçümsendiği,  entrikalı  ortamları,  yozlaşmış  ilişkileri  ile yayınlandığı  saatlerde adeta  hayatı  durduran  bir  diziymiş.          
    Geleneksel  ahlaki  değerlerin  yerine ;   ihanetin, intikamın,  para  hırsının ,  açgözlülük  gibi  her  türlü  kötülüğün serbest  olduğu  bu  dizilerin  sayısı  giderek  artmıştı.  1990’lı  yıllarda  17  yıl  devam  eden  ‘’Yalan Rüzgarı’’   yine  aynı yıllarda  başlayan  ‘’Hayat   Ağacı’’  gibi   diziler  önce  TRT’de    daha  sonra  da özel  kanallarda   yayınlanmaya  devam  etmişlerdi. 
   Bu   uzun  yıllar  boyunca  devam  eden  dizilerden  belki  de  en çok  izleneni  olan, Amerikan   yapımlı ‘’Cesur  ve  Güzel’’  ülkemizde de  yayınlanmıştı.  79  ülkede  gösterilen   bu  dizinin  başrolündeki,   vicdanın  eser miktarda  dahi  bulunmadığı  genç  kadının,  bir  aileyi  nasıl parçaladığı  uzun yıllar boyunca  ekranlarda seyredilmişti.  Ailenin önce  babasıyla  sonra  oğluyla  evlilik  yapan  bu  genç  kadının ,  ailenin   babasından  olan  çocuğu,  abisi  ile  evli  olan  annesinin  durumundan  dolayı  uzun süre kafa karışıklığı  yaşamış ,  en  son  damadından  da  çocuk  sahibi olan ,  fakir   ama    hırslı   bu  kadın,   çok  zengin  ve  popüler  olmuş,  yani   kazanmıştı.  Bunu  hangi yollarla  ya  da   arkasında bıraktığı  enkazlar  ile   yapmış  olması  önemli  değildi… Esas  olan  kazanmasıydı….
   Bu  dizilerde  para  ve  kazanmak  için  her türlü  kötülük ,  ahlaksızlık  normal  sayılmış  hatta bu  ahlaksızlıkların  üzeri  aşk  adıyla   örtülmüştü.  Kötü  ama  zengin, ahlaksız  ama  güçlü  gösterilen,  bu  vicdan  yoksunu  karakterlerin  hayranları  çok  fazla  sayıdaydı.  Zira  bu  dizilerdeki  masum ve dürüst  karakterler,  her  zaman  kaybeden,   beceriksiz,  ezikler  olarak  görülüp  aşağılanmıştı. 
Yabancı  dizilerden  sonra  bizde  de  benzeri    diziler   başlamış, ‘’Aşk-ı  Memnu’’nun  yayınlandığı saatlerde  sokaklar  boşalmıştır.  Tarihten de ilham  alınarak  yapılan bazı  dizilerde        ‘’şeytana bile  pabucunu ters  giydiren’’ saray  kadınları,  kötülükler,  yalanlar,  liyakatsizlikler,  güç gibi gösterilip, kazanmanın en önemli  yolları  olmuştu.  Başta  Orta Doğu  ülkeleri  olmak  üzere bir çok  ülkenin  insanları   da  bizdeki   bu  dizilerin  adeta  müptelası  olmuşlardı…. 
   Televizyonlarımızdaki  bir  çok  programda  buna  benzer içerikler  ile  hazırlanmış, bu  programların  ana  malzemeleri  olan  toplumdaki  gerçek  insanlar,  birbirleriyle   kıyasıya    yarıştırılmıştır… Yemekten,  gelin  çeyizine,  ev  eşyasına,   temizliğe  kadar  her  şey  kıyaslanıp, teşhir  edilmiş,  hakarete  varan  hor  görmeler,  küçümsemeler,  gerçek  hayat  şartlarından  uzak  görüntüler her  gün  seyirciyle buluşmuştur…  
Yıllarca,  hayatta  kalma  programının,  şampiyonları;  kibirli, rakibini  hor  gören, adaletsiz  ama   güçlü  görünenler  olmuştur,   bu  programda  birkaç  hafta  daha  kalmanın  en  önemli  şartı  her  türlü  haksızlığa  rağmen,  güçlünün  yanında  yer  almak   olarak  seyirciye  gösterilmiştir… Komşunun  kocasını   çalan,  arkadaşının  karısını  kaçıran,  emeklilik  parasını  genç  kadınlara  kaptıranların  programlarında ise,  her şey  aşk  için  yapılmış,  bütün  suçlar  aşkta  aranmıştır….
   ‘’Bir  adama 40  gün  deli  dersen deli  olur’’
   Atasözümüzden  yola  çıkarsak,   40 yıldan fazladır her yerde  görüp  izlediğimiz  bu  diziler, bir çok  televizyon  programları,   bize  kazanmak  için  her  türlü  kötülüğü, ihaneti,  hakareti  normal,  ahlaksızlığı  ise  aşk  olarak  göstermiştir.  Bu   durum  yozlaşmayı  normalleştirmiş,  zamanla  da kabul  edilir olmuştur. 

Yalnızca aboneler yorum yazabilir.

Abone Bilgileri

Abone girişi yapınız
Abone Kodu:
Parola:
Şifrenizi almak için tıklayın

  • Hava Durumu
  • Arşiv


Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü






 Güneş Gazetesi © 2005-2025 Her hakkı saklıdır.