DOMUZ LAHANASINDAN TEŞHİRE
Soğanların sadece kahverengi kabukları ayıklanır, beyaz kısım asla atılmazdı, patatesler çok ince soyulmalıydı, yumurtanın beyazı da mutlaka yenilmeliydi, rahmetli anneannem böyle öğretmişti, mutfakta her şey değerlendirilir, kolay kolay bir şey atılmazdı. Elmaların kabukları, çekirdekleri sirke olur, portakal kabuklarından reçel yapılırdı.
‘’Yoklukla büyüdük’’ derdi anneannem hep, İkinci Dünya savaşı yıllarında buğday bulamayınca süpürge tohumundan nasıl ekmek yaptıklarını anlatırdı.. Doğada, bolca bulunan domuz lahanasını kavurup yerlermiş çoğu zaman , yedikten sonra da saatlerce mideleri yanarmış. Tadı pek güzel olmayan bu otu başka bir şey bulamadıkları için mecburen yerlermiş. Bazen de tomara otu bulup tavasını yaparlarmış, bu ot çok lezzetliymiş, saatlerce dağ bayır dolaşıp tomara otu ararlarmış.
Çay içildikten sonra demi hemen atılmaz, tekrar kurutulur yeniden çay demlenirmiş. Gece ocaklık ateşinin ışığında çorap örerlermiş görebildikleri kadarıyla , gaz yoktu ki ışığımız olsun derdi anneannem. Yaylada çarıkları eskimesin diye çoğunlukla çıplak ayakla gezerlermiş, Sümerbank’tan sadece bir kaç metre alınabilen kumaşlar altın kadar kıymetli imiş o yıllarda.. Yırtılan her şey yamanır, çok kötü durumda olanlardan bebek bezi yapılırmış.
Bu yoksulluklardan dolayı hiç şikayet duymadım anneannemden, çok şükür biz savaş görmedik, annelerimiz savaş gördü, muhacir gitti, çoğu perişan oldu, yollarda öldü, mezarları bile olmadı, derdi hep… Bize her zaman tutumlu olmasıyla , şükretmesiyle örnek oldu. Sadece anneannem değil, benim tanığım o yaşlardaki herkes böyleydi. Hiçbir şeyi atmayıp değerlendiren, yardımsever, mutlu kadınlardı.
Peki , anneannemlerin kuşağından bu güne ne değişti de, günümüzde insanların bazıları yoksulluğu da bahane ederek, özellikle de sosyal medya üzerinden, kendilerini teşhir eder duruma geldiler? Bu gerçekten yoksulluk muydu? Yoksa unuttuğumuz bazı değerlerin yoksunluğu muydu? Son günlerde sosyal medya üzerinden izlediğimiz tatil bölgelerimizdeki içimizi sızlatan görüntüler, cenazelerimizin bile ardından yapılan ürpertici yorumlar, şaşırtan video görüntüleri… Ne oldu da eski adabımızdan, töremizden bu kadar uzaklaştık?
‘ ’Ne ekersen onu biçersin’’ demiş atalarımız…
Dallas’la başlamış her şey yıllar önce, 1978 yılında yayına başlayan bu diziyi, 57 ülkede üç yüz milyon insanın izliyor olması dünya çapında büyük bir şöhrete ulaştırmış. 1980 yılında TRT’de de yayına giren bu dizi ülkemizde de çok popüler olmuş, hatta ‘’Dallas gibi olmak’’ deyimini bile dilimize yerleştirmiş. Materyalist zihniyetin hakim olduğu, zenginlerin kahraman olarak görülmeye başlandığı, masumiyetin küçümsendiği, entrikalı ortamları, yozlaşmış ilişkileri ile yayınlandığı saatlerde adeta hayatı durduran bir diziymiş.
Geleneksel ahlaki değerlerin yerine ; ihanetin, intikamın, para hırsının , açgözlülük gibi her türlü kötülüğün serbest olduğu bu dizilerin sayısı giderek artmıştı. 1990’lı yıllarda 17 yıl devam eden ‘’Yalan Rüzgarı’’ yine aynı yıllarda başlayan ‘’Hayat Ağacı’’ gibi diziler önce TRT’de daha sonra da özel kanallarda yayınlanmaya devam etmişlerdi.
Bu uzun yıllar boyunca devam eden dizilerden belki de en çok izleneni olan, Amerikan yapımlı ‘’Cesur ve Güzel’’ ülkemizde de yayınlanmıştı. 79 ülkede gösterilen bu dizinin başrolündeki, vicdanın eser miktarda dahi bulunmadığı genç kadının, bir aileyi nasıl parçaladığı uzun yıllar boyunca ekranlarda seyredilmişti. Ailenin önce babasıyla sonra oğluyla evlilik yapan bu genç kadının , ailenin babasından olan çocuğu, abisi ile evli olan annesinin durumundan dolayı uzun süre kafa karışıklığı yaşamış , en son damadından da çocuk sahibi olan , fakir ama hırslı bu kadın, çok zengin ve popüler olmuş, yani kazanmıştı. Bunu hangi yollarla ya da arkasında bıraktığı enkazlar ile yapmış olması önemli değildi… Esas olan kazanmasıydı….
Bu dizilerde para ve kazanmak için her türlü kötülük , ahlaksızlık normal sayılmış hatta bu ahlaksızlıkların üzeri aşk adıyla örtülmüştü. Kötü ama zengin, ahlaksız ama güçlü gösterilen, bu vicdan yoksunu karakterlerin hayranları çok fazla sayıdaydı. Zira bu dizilerdeki masum ve dürüst karakterler, her zaman kaybeden, beceriksiz, ezikler olarak görülüp aşağılanmıştı.
Yabancı dizilerden sonra bizde de benzeri diziler başlamış, ‘’Aşk-ı Memnu’’nun yayınlandığı saatlerde sokaklar boşalmıştır. Tarihten de ilham alınarak yapılan bazı dizilerde ‘’şeytana bile pabucunu ters giydiren’’ saray kadınları, kötülükler, yalanlar, liyakatsizlikler, güç gibi gösterilip, kazanmanın en önemli yolları olmuştu. Başta Orta Doğu ülkeleri olmak üzere bir çok ülkenin insanları da bizdeki bu dizilerin adeta müptelası olmuşlardı….
Televizyonlarımızdaki bir çok programda buna benzer içerikler ile hazırlanmış, bu programların ana malzemeleri olan toplumdaki gerçek insanlar, birbirleriyle kıyasıya yarıştırılmıştır… Yemekten, gelin çeyizine, ev eşyasına, temizliğe kadar her şey kıyaslanıp, teşhir edilmiş, hakarete varan hor görmeler, küçümsemeler, gerçek hayat şartlarından uzak görüntüler her gün seyirciyle buluşmuştur…
Yıllarca, hayatta kalma programının, şampiyonları; kibirli, rakibini hor gören, adaletsiz ama güçlü görünenler olmuştur, bu programda birkaç hafta daha kalmanın en önemli şartı her türlü haksızlığa rağmen, güçlünün yanında yer almak olarak seyirciye gösterilmiştir… Komşunun kocasını çalan, arkadaşının karısını kaçıran, emeklilik parasını genç kadınlara kaptıranların programlarında ise, her şey aşk için yapılmış, bütün suçlar aşkta aranmıştır….
‘’Bir adama 40 gün deli dersen deli olur’’
Atasözümüzden yola çıkarsak, 40 yıldan fazladır her yerde görüp izlediğimiz bu diziler, bir çok televizyon programları, bize kazanmak için her türlü kötülüğü, ihaneti, hakareti normal, ahlaksızlığı ise aşk olarak göstermiştir. Bu durum yozlaşmayı normalleştirmiş, zamanla da kabul edilir olmuştur.