Görüntülenen Sayı: 2796
2799 | Yayım Tarihi: 18 Nisan 2025 Cuma
  • Ana Sayfa
  • Haberler
  •  Spor 
  • Köşe Yazarları
  • Bunları Biliyor musunuz?
  • Vefatlar
  • Güneşlik
  • Dost Siteler
  • Künye
  • İletişim
  • Son Sayı
Ana Sayfa » Köşe Yazıları » MUTLULUK TEĞET GEÇTİ

MUTLULUK TEĞET GEÇTİ

Berrin NUROĞLU

Berrin NUROĞLU

gunesgazetesi.yahoo.com
Facebook'ta Paylaş

Kıymetli  Güneş  Gazetesi  Okuyucuları  Sizlerle  yazılarımı  buluşturan  Feridun  Beye  çok  teşekkür  ediyorum,  tüm  Fatsa’ya  sağlıklı,  güzel  günler  dileyerek   saygılarımı  sunuyorum
                                                         MUTLULUK    TEĞET     GEÇTİ
 
                  Kiminin  Allah  vergisi  sesiyle,  kiminin  Allah  vergisi tipiyle,  para  kazandığı  bu  dünyada  eşitlik  mümkün  müydü?
                  Anadolu’nun  kuş  uçmaz  kervan  geçmez  köylerinde,  kaderine  terk  edilmiş  binlerce  insan, çıplak  ayaklı,  boş  mideli  çocuklar… Yolu yok,  dünyadan haberi  yok,  hatta  içecek  temiz  suyu  yok…  Kapısı,  çok  uzun  yıllardır,  sadece  öşür  vergisi  almak  için  ya da  asker  ihtiyacı  olduğunda  çalınan  köylüler….
                  Bu  unutulan  insanlara,  siz  değerlisiniz,  siz  önemlisiniz  diyen Mustafa  Kemal  ATATÜRK… Yaptığı  inkılaplar  ile  bütün  yurttaşlarının  eşit  haklara  sahip  olmasını  sağlamış, köylünün  sırtında  ağır bir  yük  olan  öşür  vergisini  kaldırmış, ‘’Köylü  milletin  efendisidir’’ diyerek   onları  onore etmiş.
                  ATATÜRK’ün  en  büyük  isteği  ise,  bu  köylerin  eğitimden  gerektiği  gibi  faydalanmaları, bir  an  önce  hayata  karışıp,  dünyadan  haberdar  olmalarıydı. Cehaletle  savaş,  O’nun  en  büyük  savaşıydı.  Milli  Eğitim Bakanı  Saffet  Arıkan,  en önemli  sorunun  köylere  gidecek yeterli sayıda öğretmen  olmadığını söylediğinde,  Mustafa  Kemal’in  teklifiyle  okuma  yazmayı  bilen  çavuşlardan  yararlanmaya  karar  verdiler..  Projenin  başına İsmail  Hakkı  Tonguç  getirildi… Eskişehir  Çiftelerde  altı  ay  eğitim  gören  85  çavuş,  kendi  köylerine  eğitmen olarak  döndüler.  Gündüzleri   çocuklara,   geceleri  de yetişkinlere okuma  yazmayı  öğretiyorlardı.. Ayrıca  kendilerine  verilen  toprağı  işleyerek  köylüye  örnek  oluyorlardı...
                  Ancak  köylerdeki  öğretmen sorunu,  çavuşlarla  uzun  süre  yürütülemeyecekti. Bu  duruma  mutlaka  kalıcı  bir  çözüm  bulunması gerektiği  Mustafa  Kemal’in  hasta  yatağından  heyecanla   takip  ettiği  çok önemli bir  mesele  idi.
Eğitmen projesinden bir  yıl  sonra,  köylere  öğretmen  yetiştiren  özel  bir  okul  kurulmasına  karar  verildi.  Çavuşların   eğitmen  olarak  yetiştirildiği  Çifteler ,  bu  okul  için   merkez  olarak  seçilmişti.  1937de  ilkokulu  bitirmiş  kırk  köylü  çocuğu,  bu  okula, babalarının  zar  zor  tedarik  ettiği  otuz  lirayı  kayıt  için  yatırmış, ayaklarında  yırtık  çarıkları,   yamalı  elbiseleriyle  ilk  fotoğraflarını  çektirmişlerdi.. Onlar,  Eskişehir  Çiftelerin  yetiştireceği  eğitim neferlerinin  ilkleriydi.
Hasan Ali  Yücel’in Milli  Eğitim Bakanı  olmasıyla  birlikte, 17 Nisan 1940 yılında 3803 sayılı  yasa  ile  Köy  Enstitüleri projesinin  ana  hatları  belirlenmişti. Türkiye’yi   tarım şartlarına  göre  21  bölgeye  ayırarak  bu  bölgelerin  en  uygun  yerlerine  Köy  Enstitüleri  kurulacak,  böylece köyün  kalkınması  için  gerekli  öğretmenler  yetiştirilecekti. Bu  öğretmenler  mezun  olduklarında  kendi  köylerine gidecek  orada 20 yıl  zorunlu  hizmet vereceklerdi.  Köylerinde  sadece  okuma  yazma  öğretmeyecekler,  köylüye  modern tekniklerle  tarım  yapmayı, hasta  tedavisinden,  marangozluğa  kadar   demircilik,  el işleri,  biçki  dikiş, yemek gibi  bir çok   alanda bilgi  vereceklerdi. Bu  şekilde  köyler  tarım  dışındaki  iş alanlarıyla  da tanıştırılacaklardı. Mezun  olan  her  öğretmene  gidecekleri  köyün  ihtiyacına   göre  150  parça  alet  veriliyordu...
Enstitü  binalarının  bazıları  öğretmenler  ve  öğrencilerin  işbirliği  ile  yapılmıştı.  Çocuklar küçük  elleriyle  su  olukları  açmış,  çivi  çakmış, kireç  eritmişler ,  harç  yapıp,  kalas  taşımışlardı… Boş  ve çorak  araziler  tarıma  elverişli  hale  getirilmiş,  böylece  bozkırlar  yeşermeye  başlamış,  etraflarına  ışık  saçıyorlardı.
Sürer,  eker,   biçeriz  güvenip  ötesine  Milletin  her  kazancı,  milletin  kesesine  Toplandık  has çiftçinin,  ATATÜRK’ün  sesine Toprakla  savaş  için  ziraatcephesine   Biz ulusal  varlığın temeliyiz,  köküyüz  Biz yurdun  öz sahibi, efendisi köylüyüz……………….                                                                                                                                        
 ‘’İş  içinde  eğitim ‘’ modelinin  uygulandığı  enstitülerde,  öğrenciler  yaşayarak  öğreniyorlardı,   buğdayın  tohumdan  sofraya  ekmek  olarak  geldiği  bütün  aşamaları   bizzat  öğrenciler  tarafından  yapılıyordu. Beş  yıllık  eğitim süresinin  yarısında  kültür  dersleri,  dörtte birinde  tarım  dersleri  ve  çalışmaları,  dörtte  birinde  de sanat  ve  teknik  dersler  yer  alıyordu. Müfredat  enstitülerin  kuruldukları  bölgelerin  özelliklerine  göre  değişebiliyordu,  bazı  bölgelerde  balıkçılık  öğretilirken, bazı  bölgelerde  ise  arıcılık  öğretiliyordu.
Öğrenciler  her  sabah  güne  zeybek  havası  ile  başlıyor,  okulun  önündeki  meydanda  toplanıp  beraber  halay  çekiyor,  türküler söylüyorlardı . Yüzyıllardır ‘’ Çok  gülersen  başına  bir şey  gelir’’ diyerek  aldatılmış,  sindirilmiş  hayatlar  neşeyle  tanışıyor,   gülmenin,  gülümsemenin  birbirlerine  verdiği  enerjiyle,  mutlulukla  güne  başlıyorlardı.  Kahvaltının  ardından  serbest  okuma  saatine  geçiliyordu,  her  öğrencinin   bir  yılda  25  dünya  klasiği  okuma  zorunluluğu vardı.
Bu  serbest  okuma  saatlerinde  isteyen  öğrencilere, müzik  öğretmenleri  tarafından bağlama,  mandolin,  keman,  akordeon  dersleri  veriliyordu.  Öğrenciler  bağlama  derslerini  zaman  zaman  enstitüleri  birer  birer  gezen  Aşık  Veysel’den  alıyorlardı.
 Öğretmenden öğrenciye  herkesin  aynı  üniformayı  giyip,  aynı  işleri  beraber yaptığı  enstitülerde, tam  bir  eşitlik  ve adalet  hakim  idi. Enstitülerin  yönetme  genelgesinde  bulunan  bir  madde  ise  çok  önemlidir. ’’Hiçbir  öğretmen  hiçbir  öğrenciye  el  kaldıramaz, kötü  söz söyleyemez aksi  halde  öğrencinin  de  aynı  şekilde  cevap  verme  hakkı  vardır.’’  Her  cumartesi  öğretmenler, müdürler ve  öğrencilerin  katılımıyla    yapılan  toplantılarda,  geçen  haftanın değerlendirilmesi olur,  yapılan  yanlışlıklar  eleştirilir  ve  savunma  herkesin ortasında,  alanda  olurdu.
 İkinci  dünya  savaşının  getirdiği  ekonomik  sıkıntılar  nedeniyle  gramla  ekmek  yiyen, gelişme  çağında  olmalarına  rağmen  tam  olarak doyamayan  öğrenciler,  bir  gün  enstitüye  ziyarete  gelen  Cumhurbaşkanı  İsmet  İnönü’ye  kendilerinden farklı bir yemek  verilince ,  bu  durumu  cumartesi toplantısında   eleştirmişlerdi,  eleştiriye  cevap  veren  Enstitü Müdürü,  İsmet  İnönü’nün Cumhurbaşkanı  olduğu  için değil  de  şeker  hastası  olduğu  için  kendisine  diyet  yemeği  verildiğini  söyleyerek  konuyu  açıklığa  kavuşturmuştu.
Köy Enstitülerinin   adeta  birer  ‘’Atom Karınca ‘’ gibi  yetiştirdikleri bu  öğrenciler  sayesinde köyler,  bilmedikleri bir çok  şeyle  tanışıyor,  hayata  karışıyor, dünyayı  anlamaya  başlıyorlardı. Yüzyıllardır kaderine terk  edilmiş,  cehalet  içindeki  bu  insanlar her geçen gün daha  da  aydınlanıyor,  sorguluyor,  düşünüyordu.  Aydınlanmanın  köyden  bu  şekilde  başlaması,  göçün  engellenmesi,  köylünün kendi  yerinde,  köyünde kalkınması  demekti..
Bozkırların  yeşerip,  etrafına  ışık  saçması  çok  kısa  sürdü,  ABD’nin Türkiye’ye  yapacağı  Marshall  Yardımının  şartlarından  biri de  Köy  Enstitülerinin  kapatılması  oldu. Bu  okullardan  mezun  olup  Doğu’daki  köylere  giden  öğretmenler  köy  ağalarını dinlemeyip,  sömürüye  karşı  çıkınca,   ağalar  da  harekete  geçip  Adnan  Menderes  ile  irtibat  kurdular. Köy Enstitülerinin  kapatılması  karşılığında  oylarını  Adnan  Menderes’e  vereceklerini  söylediler. Bu  ağalardan  biri olan  258  köyün  sahibi  Kinyas  Kartal  yıllar sonra   bir  gazeteye  verdiği  röportajda Köy  Enstitülerinin kapatılmasındaki etkin  rolünü anlatmıştı.
Ancak  esas  kabak  solcuların  başına  patlamıştı,  bu  okulların  birer  komünizm  yuvası  olduğu  iddia  edilmiş,  okuldaki  bazı uygulamalar eleştirilmiş,  öğretmenler   bu  sebepten  suçlanmıştı.  Zaten  ‘’nalla  mıh  arasında’’  okumaya  çalışan bu  çocukların  yolunu  kapatmak  için  sanki  herkes  işbirliği  yapmıştı..
Ülkedeki  seçim  yarışında  CHP  ve Demokrat  Partinin   en  önemli  seçim  malzemesi Köy  Enstitüleri olmuştu….Söz  konusu  iktidar  olunca,  babaların,  annelerin  öz evlatlarını  bile  katlettikleri  örneklerle  doludur  tarih….. Dört  bir  yandan  çevrilen Köy  Enstitüleri  çaresizdi,  ilk  olarak  içeriği  değiştirilip  (1947)   özünden  uzaklaştırılmış,  daha  sonra  1954  yılında da  tamamen  kapatılmışlardır. 
Yeşeren  bozkırların   artık  her  biri  yangın  yerine  dönmüştü..
Mustafa  Kemal  ATATÜRK  10 Kasım  1938’de  vefat  ederken  arkasında küllerinden yeniden  doğmuş  bir  millet  ve  tam  bağımsız  bir Türkiye  bırakmıştı.  O,  unutulmuş  köylüyü  milletin  efendisi  yapmış,  yaptığı  inkılaplar  ile  halkını eşitlemişti..
İnsana  ve  tüm  doğaya  karşı  saygı  ve  sevginin  temel  ilke  olarak  öğretildiği  bu  kurumlar  dünyada  eşi  benzeri  olmayan  tamamen  Türkiye’ye  özgü  idiler… Tek  başımıza  mutlu  olamayacağımız  bu  dünyada,  hep  beraber  mutlu  olmanın,  topluca  kalkınmanın,  aydınlanmanın   anahtarı  idiler….
Oysaki,  Köy  Enstitülerinin  kapatılmasıyla  köyler  yeniden  karanlığa  terk  edilmişti, kızlar  çocuk  gelin  olmaya,  tecavüz edenler  değil  de  tecavüze  uğrayanlar  öldürülüp  gömülmeye  devam  edilmiş, binlerce  köylü  doymak  için  Almanya’nın  çerini, çöpünü, lağımını  temizlemeye  gitmiş,  iş  için  ülkesinden,  doğduğu  köyünden, eşinden  dostundan  ayrılmak zorunda  kalmıştı… Köylerden  şehirlere  büyük  göçler  başlamış,  işçiden,  hizmetçiye,   patronların  tetikçiliğinden,  genelevlerin  sermayesine  kadar  hep  köylüler  olmuştu...  Gecekondulaşma,  şehirlerdeki  alt  yapı  sorunları başlamış,  bunlar  daha  da  büyük  sorunlara  yol  açmış,  toplumsal  çürüme  hız  kazanmıştır…..
Bu  dünyayı  daha  iyi  yapmanın  yegane  şartı  eğitimdir,  iyi  insanlar  istiyorsak  önce  iyi  insanlar  yetiştirmeliyiz.  İnsanoğlu  bilmediği, öğrenmediği   bir  şeyi  isteyemez,  önce  güzellikleri,  iyiyi  öğrenmeliyiz  ki,  onları  istemeyi  de  bilelim….
 
 
 
 
                 
                 

Yalnızca aboneler yorum yazabilir.

Abone Bilgileri

Abone girişi yapınız
Abone Kodu:
Parola:
Şifrenizi almak için tıklayın

  • Hava Durumu
  • Arşiv


Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü






 Güneş Gazetesi © 2005-2025 Her hakkı saklıdır.