SANAT VE KUTUPLAŞMA
Şiddetin her geçen gün daha da tırmandığı bir toplumun fertleri olduk artık. Televizyon haberleri, gazeteler, şiddetin her türünü gözler önüne seriyor. Bir kesimde başlayan şiddet olayları, ülkenin hemen her yerine yayılıyor ve bir salgın hastalık gibi gün geçtikçe artıyor.
Kadına yönelik şiddeti tartışırken ve bu konuda yeni bir yasa yürürlüğe girmişken, şimdi de sağlık çalışanları, birbiri ardına şiddet görmeye başladı. Her gün bir hastahaneden doktorlara yönelik şiddet haberleri geliyor. Kadına yönelik şiddet haberleri de yine üçüncü sayfalarda aynı tutarlılıkla yerini koruyor. Kadına eşinden gelen şiddet tüm tartışmalara ve yeni yasaya rağmen son bulmadığı gibi, yeni kesimlere sıçrayan bu öfke patlamaları, toplumu daha yaşanmaz kılıyor.
İnsanlar arası kutuplaşma, sen ve ben söylemi, onlar ve bizler ayrımı, ezilenler ve ezenler psikolojisi, gün geçtikçe daha farklı gruplarda, karşı nefret hissiyatı doğuruyor. Söylemler, olanı daha da vahim hale getiriyor. Yönetenler ve siyasi liderler, oy kaygısı ve bir kesimden daha fazla destek görmek için, bir kesimi karşı tarafa alıyor. Herkes, futbol takımları gibi, ayrı gruplar halinde tasnif ediliyor. Doktorlar, mühendisler, tiyatrocular, aydınlar, dindarlar, Türkler, Kürtler derken ülke içinde neredeyse herkes, farkında olmadan bir grubun içine dahil oluyor.
Siyasi liderlerin farklı kesimlere yönelik ayrıştırıcı, sakin olmayan ve karşı karşıya getirici söylemleri de, halkın içinde son dönemde artan öfke duygularını, daha çabuk harekete geçiriyor. Örneğin tiyatrocular için söylenen, ‘ Onlar yarım aydındır, onlar ellerinde viski bardakları insanlara ahkam keserler, tepeden bakarlar, onlar bize karşıdır..’ söylemi, insanları hiç ilgisi yokken, bir tartışmanın ve kutuplaşmanın içine çekiyor. Sanatçılar neden halka karşı olsun ve neden yarım aydın olsun ve insanlara neden tepeden baksın diye düşünmeden, hemen bir kesime tepki duymaya başlıyorlar. Çünkü artık galeyana gelmek ve getirilmek o kadar kolay ki, sözlerin neden ve kim tarafından söylendiği önem taşımıyor. Hemen karşı tarafa geçilip, karşı kutuptan olmak değer kazanıyor. Sanatçıların bazı olaylara muhalif olması, yönetimle ilgili sıkıntılar yaşanması sebebiyle bu türlü siyasi demeçler verildiği önemsenmeden, tiyatrocular devletin sırtında yük olan, yararsız bir ayrıntı gibi görülüyor.
Bir tek sözle yıkılan ucube heykeller, devletin desteğinin çekilmek istendiği tiyatrolar, kapatılan kültür merkezleri, yıkılan, silueti değişen tarihi binalar, tahribe uğrayan doğal güzellikler, toplumu sanat ve kültürden gittikçe uzaklaştırmaktadır. Tiyatronun sanat için yapıldığı, toplum için yapılmadığı türünden bir söylemle inandırılan kitleler, sanata da artık gerek duymamaktadır.
İnsanların içindeki güzellikleri, umudu ve sevgiyi ortaya çıkaran sanatsal değerlerimiz eğer yeterince korunmazsa, maalesef ekonomik büyüme, ihracat, ithalat, kredi notu gibi ekonomik veriler, toplumun içinde bulunduğu kaosu çözemeyecektir. Sanatla yumuşayan, merhamet duyan ve diğer insanları daha iyi anlayan insanlar; gittikçe kendi içlerindeki öfkenin ve yalnızlığın esiri olacaktır. Toplumu ayrıştırmak kolaydır, toplumu öfkelendirmek de kolaydır. Mühim olan sakinleştirmek ve sakin kalmak; saygı ve sevgi söylemleriyle halkı birleştirmektir. Yüzyıllardır bir arada yaşayan bu halk, sözcüklere değil, sözcüklerin ardında olana bakmayı bilirse, sorunlar çözülecektir. Halkımız merhameti, dayanışmayı, yardımlaşmayı ve insani değerleri yüreğinin derinliklerinden gün ışığına çıkardığı sürece, bu ülkede bu denli şiddet yaşanmayacaktır.