KİM KAZANDI?
Ankara’nın kalbinde güpegündüz patlayan bombalar hangi amaca hizmet etti, kim kazandı, kim kaybetti. Amaç toplumda infial yaratmaksa, amaç insanları korkutup hayatlarını karartmaksa, bombayı atanlar amaçlarına ulaştı. İnsanlar çok korktu, insanlar ne yapacağını şaşırdı. Can pazarı yaşandı güpegündüz Ankara’da. Çocuklar bayıldı, işyerinin önünde duran genç, bir anda patlayan aracın altında kaldı, sokaktaki kadın yanarak öldü. Onlarca insan hastanelere akın etti. Yüzleri vücutları yananar, şaşkın, umutsuz, korkuyla kalakaldı sokak ortasında. İşyerlerinin camları kırılanlar, arabaları patlayanlar, son anda kurtulanlar, şans eseri yara almayanlar yaşadığına şükretti.
Yakınlarının ölüm haberini alanlar, çaresizlikle kaldı hastahane kapısında. Çocukları, anneleri ölüme bir anda savrulanlar, kimden neyin hesabını soracağını bilemedi. Bombayı atanlar, bombayı attıranlar, bombayı önemsemeyenler, çözüm üretmeyenler, üretemeyenler ve bizler hepimiz hesap sorulacaklar listesinde sıralamaya giriverdik.
Aynı günün ertesi, bu kez Siirt’te, araçlarına uzun namlulu silahlarla yapıla saldırıda ölen dört genç kız da, bir veda yemeğine gidiyorlardı. Arkadaşları ile yemek yiyip, eğlenecek, sonrasında kimi başka şehre kimi evlerine geri dönecekti. Fakat bir anda, beklemedikleri bir yerde ve zamanda ölüm buluverdi onları. Ne dağda, ne cephede, ne savaşta, hayatın tam içinde, kimseye zarar vermedikleri bir anda buluverdi onları.
Aynı zamanlarda polis olma hayalleri kuran bir genç de, okulunda bulunduğu sırada gerçekleşen bir saldırıyla hayatını kaybetti. Çobanken polis olmak isteyen ve bu hayalini gerçekleştirdiği sırada, hayatı biten bir gencin öyküsüydü gazetede okuduğumuz. Uzak sandığımız, ama yanıbaşımızda olan bir hayat.
Her gün televizyonlarda, gazetelerde, bir eve daha ateş düştü cümlesiyle başlıyor haberler. Ateşlerin düştüğü evlerden yükselen feryatlar kaplıyor her yeri. Günler geçiyor, bir başka ateş düşüne kadar. Ama hiçbirşey değişmiyor. Gittikçe yayılan, artan ve şiddetini her geçen gün arttıran bu saldırıların çözümü için kimse tek laf etmiyor.
Ülkemizin Başbakanı aynı saatlerde elinde dosyaları ile A.B.D Başkanını bekliyor. A.B.D Başkanından terör ile ilgili yardım istiyor, ne yapabilirizi konuşuyor, daha fazla füze, daha fazla silah daha fazla uçaksavar anlaşması yapıp, çözüme ulaşacağımızın hesabını yapıyorlar. 30 yıldır devam eden, bir türlü bitmeyen, fakat bundan birkaç yıl öncesinde bitme noktasına gelip, yeniden alevlenen ve artık siyasi, çözüm dışında bitmesi muhtemel olmayan bu saldırılar için, başka ülkelerle temasla ne elde edileceği düşünülüyor? İktidar ve muhalefet bir araya gelip, tüm meclis ve tüm partiler, tüm iktidar hesaplarını bir kenara bırakıp, açıkça bir çözüm üretmek için daha neyi bekliyorlar? Halen, ülkemiz yangın yerine dönmüşken, başka ülkelerin iç meselelerini kendi meselelerimizin üstünde tutmak eğilimi nereden kaynaklanıyor? Kendi içimizde can pazarları kurulurken, başka ülkelerin meydanlarında özgürlük nutukları atmak, bize yada onlara ne fayda getiriyor?
Gün türkülerle şarkılarda beraber olma günü değil, gerçekten bir arada olma, topyekün şiddete karşı çıkma günüdür. Gün, Aynı sudan içmeyi, aynı partiden olup, siyasi hesaplar peşine düşme değil, gerçekten aynı suyu paylaşama günüdür. Gün aynı yolda yürümenin ve duymanın, düşünmenin, hissetmenin günüdür. Gün birbirimize güvenmenin, bu ülkeyi yeniden huzurla yaşanacak bir yer yapma günüdür. Ateşlerin düştüğü yerlere gerçekten melhem olma günüdür…