KOŞAN-ER
KOŞAN-ER
Bu isim bugünlerde tüm gazetelerin sayfalarını süslüyor. İnternette manasını bulamadım, sonra hayal ettim. KOŞAN-ER yani askerde, talimde veya çatışmada koşarak giden ER aklıma geldi. Geldi; ama erin koşarken yaşadıkları kafamı kurcaladı. Mesela koşarken kendi arkadaşı tarafından alnından kazara vurularak şehit olabiliyor. Veya koşarken iletişimsizlik nedeni ile birbirleri ile savaşıp kendi arkadaşlarının hedefi haline gelebiliyor. Veya koşarken kendi arkadaşlarının döşediği mayınlara basıp şehit olabiliyor.
Dünyada askeri eğitimler ve savaş teknikleri değişiyor. Biz de değişmiyor. Kaderimiz aynı… Kıbrıs’ta kendi uçağımızla kendi gemimizi batırdık. Kıbrıs’ta KURT BOĞAZI mevkisinde Türk askeri yanlışlıkla sabaha kadar birbiri ile çarpıştı, sabah oldu yanlışlığı ancak anladılar. Yani dün de aynıydı olay, bugün de aynı.
Güneydoğuda o kadar asker öldü, sonra asker anaları neden hep erler ölüyor da rütbeliler ölmüyor diye isyan etti. Bu sorunun cevabını Genelkurmay Başkanı verdi: “Rütbeliler siperden silahlarını bırakıp kaçıyorlar.” Bana göre bu açıklama rütbelilere yapılmış en büyük hakarettir.
Biz komutanlarımızın hepsini savaşta ve barışta kahraman kabul ediyorduk. Son günlerde ordu itibarsızlaştırılıyor diye feryat ediyorlar; ama genelkurmay başkanının açıklaması bu tezi çürütüyor.
Genelkurmay başkanı da ben sözümün sonuna kadar arkasındayım diyor; “ama sana göre her doğruyu her ortamda söylemeyeceksin”. Söylemen gerekirse emekli olduğu zaman evde çekirdek çitlerken torunlarına söyleyebilirsin. Çocuktur anlamaz dersek kabul görebilirsin. Ama siz bu sözleri kendi güvenli alanınızda söylerken birileri dinleyebiliyorsa sizde bir eksiklik var demektir... Hiç sevmediğim bir politikacı “iyi ki bunlarla savaşa girmemişiz” deyince çok kızmıştım. Ama maalesef bu komutanımız bu politikacının sözlerinin doğruluğunu teyit etti. Bu da bu komutanın görevini yapamadığının göstergesi. Yıllarca yapamadığı işten işini yapmış gibi bedel aldı. Bizim kazandıklarımızdan, kesilen vergilerden maaş aldı. Bunda bana düşen pay varsa ben tüm koşan-erler gibi hakkımı helal etmiyorum!!!
BUGÜN BAYRAM
(Ama Sarı Mustafa’ya neden bayram)
Adam arkadaşına yel değirmenini gösterir ve çalışmasını anlatır. Lafın sonunda dinleyen arkadaş anlatana şöyle der: “Tamam anladım bu yel değirmenini; ama bu değirmenin oluğu nerde, suyu nereden akıyor?”
Tamam anladım bugün bayram; ama otuz gün bu sıcak Ağustos ayında on altı saat yemeden içmeden sabredenlerin bayramı! Peki SARI MUSTAFA’ya neden bayram onu merak ediyorum? Adam otuz gün oruç tutmadı, namaz kılmadı. Mehmet Cevahir’in kahvesinde yedi, içti, okey oynadı, keyif yaptı. Perdeleri bile kapatmadan aşikare…
Sordum!!! Bana, “oğlum Mehmet de oruç tutmuyor ne olmuş yani”, diye cevap verdi. Oğlum Sarı Mustafa!!! Mehmet alttan fistul ameliyatı oldu. Onun devamlı üstten sulu gıdalar alıp, alt tarafı nemli tutması lazım; sen de öyle bir problem yok. Mehmet’i örnek alma. Hem o bir Çamaşzede, bu dünyada çekeceğini çekmiş. Cennete girmeyi çoktan hak etmiş; günahları bu dünyadayken affolmuş bir çocuktur!!! Lütfen onu örnek gösterme!!! Dedim, bana ters ters baktı.
HORTLAK SÜLEYMAN’IN SIKINTISI
Son Somali seyahatinde kadroya dahil edilmeyen ‘hortlak Süleyman’ çok kızgın. Ajda Pekkan çağrıldı, ben çağrılmadım, bu bir skandal, dedi. Gencim, güzelim, benim ondan neyim eksik; diye ekledi. Çocukluğumda kendi inisiyatifim dışında geçirdiğim sünnet operasyonu hariç hiçbir yerime bıçak değmedi, dedi.
Bize gazetedeki fotoğraflarda, televizyon görüntülerinde bir deri bir kemik kalmış anneler ve her tarafını sinekler sarmış, açlıktan ölmek üzere olan çocuklar gösterildi. Bunlara yardım için kampanyalar düzenlendi. (Fatsa’dan 100 bin TL gönderildi.) Bir de televizyon görüntülerinden bildiğimiz insan manzaralarının olduğu yerde AJDA yoktu. Onu 150 kilolu Somali’li kadınlarla holi hop dansı yaparken gördük. Galiba Somali’deki tüm gıda maddelerini Ajda’nın muhatap olduğu o kadınlar yedi ki geride kalanlara yiyecek bir şey kalmadı.
Tabi Ajda marjinal bir kadın…Türkiye’de olduğu gibi fukaraların yanında olacak değil!! Somali’ye gidince de prensiplerini devam ettirdi. Somali sosyetesine hitap etti. Somali seyahatine giden bazı yalaka basın mensupları da “Somali halkı açlıktan yıkılıyormuş; ama dans edip şarkı söyleyerek morallerini yüksek tutuyorlarmış.” diye yazdı.
Yalakalar…Aç ayının bile oynamadığını bu dünyada açlıktan bitap düşmüş insanlar dans edip moral mi toplarmış?
Hortlak Süleyman strese girince Kiski Mahmut olayı tetikledi. Benim de Somali”ye gitmem gerekirdi. Adanın arkasında dört tane iri sayılacak lüfer yakaladım, onları götürecektim, dedi. Sarı Mustafa’ya oğlum sen onları balyoz Osman’ın kayığından çalmışsın. Osman abi elinde bastonla seni arıyor deyince, Mahmut konuyu değiştirdi. Aslında ben deniz kıyılarının uzunluğu 3200 km. olan Somali’lere balık tutmayı öğretecektim. Ama bu dünyada insanlar beni anlamadı gitti dedi. Benim gibi kalifiye eleman varken oraya Nihat Doğan’ı götürdüler diye çok kızdı.
1970 yılında lisenin coğrafya hocası “Bahri Turna idi. Aklı sıra kendini çok iyi coğrafyacı sanırdı. Ben Bahri Bey’i Şevket Ömeroğlu’nu coğrafya dersinden geçer not verdiği için tenzili rütbe yaptım. Şevket, Somali muhabbetlerinde Somali’yi geri kalmış bir devlet değil de cin Ali veya Recep Ali gibi özel bir isim sanıyormuş!!Kulağıma eğildi “Beco bu Somali kim “ dedi. Ben de Kel Ali’nin abisi dedim. Bana çok kızdı. “Ulan kel Ali’nin abisi laz Kamil değil mi? Benimle kafa mı yapıyorsun “dedi!!!